Showing posts with label milano. Show all posts
Showing posts with label milano. Show all posts

Milano için Aperitivo Vakti...


Saatler 18:00'i gösterdiğinde Milano'da en keyifli saatler başlıyor demektir. En şık bardan en salaşına, her yerde yavaştan bir hareket başlar. Bankoların üzeri türlü türlü atıştırmalıkla donatılır. Azalan içki şişeleri barmenlerce yedeklenir. Masalarda mumlar yakılır, hazırlıklar tamamlanır ve 'aperitivo' başlar.
Beğendiğiniz bir mekana girer menüden bir kokteyl seçersiniz ve muhtemelen bedelini de siparişiniz gelince anında ödersiniz. İşte bu gece cebinizden çıkacak tüm bedel bu, geri kalan açıkbüfe ikramlar müesseseden... İyi eğlenceler!
Başka İtalyan şehirlerinde de aperitivo var ama hiçbiri Milano kadar keyifli değil diye ekledikten sonra, yazının devamında 'benim aperitivo tercihlerim'i bulacaksınız.

YAZININ DEVAMI...

Huzur...

Dünyada en sevdiğin şehirde, en sevdiğinle...
O şehrin en sevdiğin sokağında, en sevdiğin köşede...
Bir fincan kahve...

- Bohem burjuva Brera bölgesi sanat galerileri, tasarımcı butikleri ve yerel halkın tercihi cafe ve restoranlarla dolu.
- Sokaklarında kaybolmak zevkli... Pazar günleri 2.el ve antika ağırlıklı sokak pazarı kuruluyor. Tüm Pazar günü sıkılmadan bu çevrede geçer...
- Brera Academy de burada... Pinacoteca di Brera'da Caravaggio'dan Hayez'e Milano'nun en ünlü sanat koleksiyonu var... (Via Brera, 28)  Müze için vakit yoksa bile bir doz 'konsantre huzur' için bahçesine girilmeli...
- Via Brera ve Via Fiori Chiari'nın kesiştiği köşede Bar Brera.. (Via Brera, 23). 
Her 'Milano' dendiğinde koşulsuz şartsız gözünün önüne gelen görüntü hep bu köşe!... Günün her saati ayrı güzel...
- Sanatsal malzeme (boya, fırça vs.) lazımsa hemen karşı köşede: Cesare Crespi...
- Güzel bir yemek mi?  İstikamet:  l'Osteria di Brera (Via Fiori Chiari, 8)  Şehrin ünlü yemeği Osso Buco(dana incik)  ya da birkaç antipasti... Lezzet garanti...
Son bir Uyarı: Brera kesinlikle alışkanlık yapar! Alışırsanız gecenin bir yarısı ya da sabahın körü, farketmez canınız çeker... Ruhunuza verdiği huzur sizi kendine çeker!... İnsan Brera'yı hep özler...

Sevgiliyle Buluşma...


Otobüs yaklaştıkça ağaç dallarından sızan ışıkla ısınan çiçekli balkonlar görünmeye başlıyor.
Böyledir bu şehirde balkonlar; en ücra semtteki en kötü binada bile böyle... Çiçekli, şiirli, ışıklı,...
Balkonlara bakıyorum, kendimi oyalamaya çalışıyorum.
Ama hızla çarpan kalbime engel olamıyorum.
Çünkü biliyorum, az sonra filmlerden alınmış bir sahnede sevgilime kavuşuyorum...
Otobüsten dışarı attığım ilk adımda film başlıyor. Güzel bir ışık ve şehrin sesi...
 Valizimi alıp yürümeye başlıyorum adımlarımın yankısı ve kalp atışlarım eşliğinde...
Birkaç adım sonra güneş daha da parlak oluyor.
Zihnimdeki kamera köşedeki kafede bir masaya, bu masada oturan yakışıklıya odaklanıyor.
Zoom...
İşte orada... Sevgilim, 'sevgili Milano'mda beni bekliyor!...
İş nedeniyle İtalya'ya benden birkaç gün önce gelen eşimle Milano'da işte böyle 'Film Gibi' buluşuyoruz.
Sevgili şehrimde harika bir 'uzun haftasonu' bizi bekliyor....

Aşk mıydı?...

Düsseldorf yazıları şimdilik bitti.
Yazarken bir yandan da tekrar yaşadım o anları,
hatırladım şehirde attığım adımları...
Şimdi soruyorum kendime:
Peki, ne hissediyorum? Aşk mıydı?
Cevap açık ve net:
Hala Milano'ya aşkım tazeyken; hala Paris'i seviyor ve unutamıyorken,
bu gönüle bir üçüncü aşk sığmaz iki gözüm!

İtalya'dan taze taze...

Sevgili şehrim Floransa... Ben burada sana hasret eski anılarımla yaşarken bazı şanslılar senin sokaklarını arşınlayıp durdu son birkaç gündür.
Bu da yetmez gibi eski dost Roma'yı, son aşkım Milano'yu; özlediğim benim İtalyam'ı karış karış gezdiler. Bana da işte bu birkaç fotoğraf çıktı o gezentilerin bavulundan...

Fotoğraflara bakalım, anılara dalalım, araya bir de küçük bir gezi notu atalım:...

Pitti Uomo Floransa 2011

Duomo Floransa


Milano Duomo Meydanı(Yılbaşı ağacı hala oradaymış...)

Roma  Piazza di Spagna (her zamanki gibi turist le doluymuş...)

Ben çayımı Roma'da Babingtons Tea Room'da...
Kahvemi Floransa'da eğer sabahsa Gilli'de akşamsa Giubbe Rosse'de...
Milano'da sabahın ilk kahvesini ve gecenin son kahvesini illaki Bar Brera'da içerim.
Tabi arada bir tüm turistler gibi Zucca'ya da giderim...
Peki şimdi nerdeyim?
Maalesef evdeyim.
 Ben böyle İtalya'ya hasret ...daha ne diyeyim:-)

A Bite of...Milan...


Olun
Milano'da çok şık olun... Burada insanlar gerçekten de hiçiryerde olmadığı kadar şık. Herkesin kendine has, buraya özel bir moda içgüdüsü var... Kadınlar çok seksi...Erkekler çok seksi...Bisiklet üzerinde şık gezen herkes çok seksi...Onlara ayak uydurun, şehri gezerken şık olun...
Tadın
Grom'da dondurma, Luini'de Panzerotti tadın...
Kaçırmayın
Aperitivo saatlerini kaçırmayın... Hergün yaklaşık 18.00-21.00 arası bir cafede, kokteyl ya da dilediğiniz başka bir içecek ile aperatif atıştırmalıkları tadın. Milanolular'ın bu alışkanlığı yemek saatini de biraz kaydırmış durumda. Yemekleri 22.00'den sonraya kaydırın ya da tamamen kaldırın ama Aperitivo'yu kaçırmayın...
Kaçın
Trenle günübirlik Como Gölü'ne kaçın...
Kaçının
Salt turisitik aktivitelerden kaçının... Şehri A La Milanese(!) yaşayın...
Öğrenin
İtalyanca öğrenin... En azından size alışveriş ve yeme içme mekanlarında gerekecek birkaç kelime öğrenin. Hem kendinizi buraya ait hissetmek hem de biraz sempati toplamak için...
Kiralayın
Bisiklet kiralayın... Her köşede göreceğiniz 'Bike Me' otomatlarından en azından Sempione Parkı'nda gezmek için bisiklet kiralayın...
Gidin
Operaya gidin...Baleye gidin...Konsere gidin... La Scala'da her ne varsa izlemeye gidin. İnternet sitesinden orada bulunduğunuz tarihlerdeki etkinlikleri öğrenip gitmeden biletinizi ayırtabilirsiniz...
Görün
Galleria'nın içindeki 'ilk' Prada mağazasını görün...İlk açılan ve orijinal haliyle orada sizi bekleyen bu tarihi mağazayı mutlaka görün...
Alın
Kendinize bir 'Milano Moda Hatırası' alın. Bütçenizin el verdiği en üst sınırda beğendiğiniz bir markaya ait, tek 'iyi bir parça' alın...Bir ayakkabı, bir çanta, bir eldiven, hatta bir mendil bile olur; yeterki kendinize 'top quality' bir şey alın...
Oturun
En meşhur cafelerde oturun... Güzel bir kahve için en turistik bölgede Duomo'ya karşı, Zucca'da oturun... İş çıkış saatlerinde şık bir aperitivo için Corso Mateotti'de Sant Ambroeus'da oturun... Kaymak tabakayla bir arada olmak için Montenapoleone'de Cova'da oturun... Moda ve lüksün buluştuğu yerde olmak için Piazza Risorgimento'daki Dolce Gabbana Gold Cafe'de oturun...
Çıkın
Duomo'nun tepesine çıkın... Tüm Milano'yu görmek, belki Alpler'i görmek, Duomo'nun işçiliğine hayran kalmak için çıkın...
Kaybolun
Turuncu tramvaylarla kaybolun... Birine binin, bakalım nereye gidecek nerede ineceksiniz. Şehri bir de tramvay penceresinden görün. Ama lütfen bu kaybolma işini gündüz saatlerinde yapın!..
Ziyaret edin
Müzeleri ziyeret edin... İlgi alanınıza göre İsa'nın Son Yemeği tablosu olur, Rönesans şaheserleriyle Pinacoteca Di Brera olur,  Civico Museo di Storia Naturale(Doğa Tarihi) olur, Museo Poldi Pezzoli olur, Castello Sforzesco olur, Triennale Design Museum olur, Acquario olur, Da Vinci icatlarının olduğu Museo Nazionale della Scienza e Technica olur, Guiseppe Verdi'nin evi olur... Kültür Sanat şehri Milano'nun güzel müzelerinden en az birini ziyeret edin...
Bakın
 Yüzlerce lüks mağazanın yanyana sıralandığı sokaklarda vitirnlere bakın...
Akın
Milano gecelerine akın! Eğlence anlayışınıza göre en şaşaalısından en bohemine kendinize uygun ortamı seçin. Seçkin Brera ve yakınları; kozmopolit Navigli; popüler Corso Como ya da underground ortamların olduğu Centrale ve ötesinde eğlenceye akın...
Takılın
                 Ayaküstü takılın! Bazı sabahlar ilk kahvenizi en kalabalık caddelerden birinin köşesindeki bir kafede için ve şehirde yaşayanların ritmini yakalamak için ayaküstü takılın...
Kalın
 Duomo'nun vitraylarına hayran kalın... Eşsiz sanatçı Arcimboldo ve babasının elinden çıkan mükemmel vitrayları inceleyip daha önce gördüğününz vitraylarla kıyaslayın...
Dönmeyin
Piazza Cadorna'daki modern anıt Ago e Filo'yu; Corso di Porta Ticinese'deki San Lorenzo Kolonları'nı; Sempione Parkı'nın arka kapısındaki Arco della Pace'yi ve şehrin dört bir yanındaki eski kapılar Porta Romana, Porta Venezia, Porta Nuova, Genova...'dan birkaçını görmeden dönmeyin...
Ve Çekin
Milano'nun en güzel fotoğraflarını siz çekin...Heryerde Duomo ve Galleria'nın fotoğrafları var; siz başka yerler, başka güzellikler keşfedin, onları çekin...

Milano Günleri...6...

Bugün seyahatimizin son günü...Şehirle vedalaşma vakti... Kahvaltının ardından saat 7 sularında önce Duomo meydanına geliyoruz. Etraf o kadar sakin ki... Meydandaki Vittorio Emanuelle II anıtının altına oturup etrafı seyrediyoruz bir süre. Tüm görkemiyle Duomo, hemen solunda Galleria, meydandaki güvercinler, çöpçüler, işe gidenler...sessizce vedalaşıyoruz onlarla.
Galleria'nın içinden geçerek La Scala meydanına çıkıyoruz. Opera binası ve meydandaki Leornardo heykeline son kez bakıyoruz. Leonardo hafifçe selamlıyor bizi, yine gelin diyor... Düz devam edip Via Manzoni'den yürümeye başlıyoruz Golden Quad.'a doğru. Yol üstünde gezmeye vakit bulamadığımız Poldi Pezzoli müzesini görüyoruz. En ünlü eseri Portrait of a Woman olan müzeyi bir sonraki gezimize bırakarak Montenapolenoe,
Borgospesso, della Spiga Ve S.Andrea'yı tekrar geziyoruz. Bu saatte şık mağazaların hepsinde temizlikçiler var...Genel olarak Pazartesi günleri zaten şehirde hayat öğleden sonra başlıyor; biz de bu sakinliğin tadını çıkarıyoruz. Mağazalar bölgesine veda edip Castello'ya doğru giderken bir mağaza vitrininden cansız bir manken bile bize el sallıyor:-)


Castello Sforsezco'yu görmeye geldiğimizde önce köşedeki Bar Castello'ya giriyor birer ayaküstü kahve içip mignon yiyoruz. Bu çevreye geldiğinizde mutlaka bu bara uğramalısınız.  Dekorasyonu, müşteri kitlesi, lokasyonu ve leziz kahvesiye tipik Milano havasını çok güzel yansıtan hoş bir yer... Hemen ardından Castello'ya giriyoruz. Oldukça büyük bir yapı. Müzesinde de Michelangelo'nun tamamlayamadığı heykeli ve diğer sanatçıların eserleri var ama Pazartesi günleri kapalı olduğu için biz sadece iç avluyu gezip arka çıkıştan Sempione Parkı'na geçiyoruz. Çok huzurlu, keyifli bir yürüyüş yapıyoruz parkta. Milanolular bu Parkı bisikletleriyle bir kestirme geçiş noktası olarak da kullanıyorlar. Her yerde işe giden çok şık giyimli, bisikletli insanlar var. Kadınları etek ceketleri ve ön sepete koydukları Prada çantaları ile bisikletle giderken gördüğünüzde şaşırmayın, göre göre alışacaksınız! Şehrin bu en büyük parkını es geçmemenizi öneririrm. Parkın içinde modern sanatlar müzesi Triennale, mini bir Eiffel olan ve içinde Cavalli Cafe'yi barındıran Torre Branca, giriş ücreti ödenmeyen dev akvaryum Acquario, şehrin popüler mekanlarından Old Fashion Cafe ve Havana Cafe var... Ayrıca arka çıkışında şehrin önemli tarihi mimari yapılarından Arco della Pace var ki, görmeden asla dönülmez...
Bu görkemli kapıyla birlikte, artık bu güzel şehri de geride bırakıyoruz; bu unutulmaz şehre şimdilik veda ediyoruz... Milano'ya gelmeden önce okuduğum birçok yorumun aksine bence, bu şehir sadece Duomo, Galleria, Castello ve alışverişten iberet değil. Yapacak çok şey var ve biz bunların ancak bir kısmını gerçekleştirerek, bu şehri dolu dolu yaşayıp eksik kalanları bir sonraki sefere bırakarak ve bir dahaki seferi iple çekerek ayrılıyoruz... Milano'yu çok seviyoruz...

Milano Günleri...5...


Bugün çok daha erken kalkıp Como Gölü'ne gidiyoruz. Sabah saat 8'de Centrale tren istasyonundayız. Fakat biz farklı bir yoldan gidiyoruz Como'ya...Pek bilinmeyen bir yoldan...Pek tercih edilmeyen yoldan... En güzel yoldan... Como günümüzle ilgili ayrıntıları Como Gölü yazımda bulabilirsiniz. Çünkü o, başka bir hikaye ve başka bir günde anlatılmalı :-)

Sabah Centale istasyonunda başlayan Como maceramız gece tam 22.23'te Cadorna istasyonunda son buluyor ama sanmayın ki bu gecenin sonu..Yarın Milano'da son günümüz ve bu gece böyle bitemez!Otele uğrayıp pratik bir şekilde üzerimizi değişip tazeleniyoruz. Artık biliyorsunuz, Brera sadece birkaç sokak ötede; o zaman istikamet Brera!Hemen gidip o güzel sokaklarında bir tur atıyoruz. Pazar olması nedeniyle daha sakin ama yine çok güzel. Biraz acıkmışız, hemen küçük panzerotticimize gidip birer tane alıyor ve Piccolo tiyatrosunun karşısındaki sokak satıcılarının karşısında merdivenlere oturup yiyoruz. Akşamları Brera'da el sanatları satan satıcılar, önünde bir küçük sehpa, müşteri bekleyen falcılar(!) ve bir de imitasyon mücevher ve çanta satıcıları oluyor. İmitasyonlara hiç yanaşmayıp sokak sanatçılarının yaptığı resimlere ve tesadüfen müşteri yakalamış falcıların komik hallerine bakarak ilerliyor sevimli mekanımız Bar Brera'ya ulaşıyoruz. Bu akşam oturacak yer var; hemen bir masaya oturup siparişimizi veriyoruz: Due Cafe Americano, Due Limoncello, Un Acqua Minerale Frizzante...
Seyahatimiz boyunca tüm mekanlarda dilimiz döndüğünce İtalyanca anlaşmaya çalıştık. Bu hem kendimizi daha buralı hissettiriyor hem de muhatap olduğumuz herkesçe çok sempatik bulunuyor, sevgiyle karşılanıyordu... Nefis kahvemiz ve likörlerimiz eşliğinde etrafı seyredip günün kritiğini yapıyoruz. Artık otele dönüp valizleri toplama vakti...

Milano Günleri...4...

Bu güzel Cumartesi sabahı Brera'ya ayrıldı! Şehrin adeta kültür sanat merkezi olan bu bölge cafeler, sanat galerileri, sokak sanatçıları ile dolu veee otelimize çok yakın! Yürüyerek sakin sokaklardan Via Brera'ya geliyoruz. Ve öncelikle henüz yorgun değilken Pinacoteca Di Brera müzesini gezelim diyoruz. Rönesans sanatının önemli eserlerinin bulunduğu müze bence Milano etkinliklerinde bir olmazsa olmaz... Kişibaşı €11.00 giriş ücretini ödeyerek müzeye giriyoruz. Bina ve avlusu çok güzel... Akıl defterime hangi salonlar mutlaka gezilmeli, hangi eserler önemli diye daha önceden not aldığımdan bazı salonları daha hızlı geçerek özellikle 6, 24, 29, 31, 33, 36 ve 37 no.lu salonları ayrıntılı geziyoruz.
Rafael'in Marriage of a Virgin; Caravaggio'nun Supper at Emmaus; Rubens'in Cenacolo; Rambrant'ın Ritratto gi Giovinetle ve Hayez'in The Kiss eserlerini hayranlıkla izliyoruz. Özellikle Hayez'in Kiss tablosu muhteşem bir ışık ve büyüye sahip; bakmaktan kendinizi alamıyorsunuz. Zaten en çok da ağırlıklı Hayez eserlerinin bulunduğu bu salonu (37) sevdik ki bu salondaki eserler ve yeni keşiflerimizi ayrı bir post'la paylaşmak isterim... 6. salonda görmemiz gereken Mantegna'nın önemli eseri Cristo Morto'nun yerinde yeller esiyor! Eser başka bir müzeye süreli sergi kapsamında gitmiş; olabilir, zaman zaman karşılaşılan bir durum bu müzelerde... Müzenin dükkanını da ziyaret edip hemen sokağın köşesindeki Bar Brera'ya gidiyoruz. Burada oturup kahvelerimizi yudumlamak, hayatın gözlerimizin önünden akışını izlemek, sıcacık günışığı, köşedeki sokak ressamı, havada uçuşan İtalyanca kelimeler...ömrümün sonuna kadar burada oturup bunu tekrarlayabilirim ve hiç sıkılmam! Burası bizim için Milano'nun kalbi oluverdi... Uzunca bir süre burada keyif yaptıktan sonra sokaklara girip çıkıyor, sanat galerilerinin virtinlerine bakıyor ve Via Manzoni'ye çıkıyoruz. İş ve ilgi alanları gereği mağazalar bizim için önemli; bu çevrede sonraya bıraktığımız birkaç mağazayı daha geziyor öğlen yemeğini Navigli'de yemeğe karar veriyoruz. Metroya binip Porta Genova'da iniyoruz. Buraya metro ile gelmek biraz zor; aktarma ve indikten sonra biraz yürüyüş gerekiyor. En iyisi tramvay ama onda da yanlış yöne binip aç karnına şehir turu atma riski var :-) 
Gündüz kanal boyu sakin ve çok daha güzel. Yemek için tam köşedeki Osteria Del Pallone'yi tercih ediyoruz. Bruschetta, risotto, makarna ve içeceklerimiz eşliğinde lezzeti orta şekerli ama ortamı keyifli bir yemek yiyoruz. Tekrar metroya yürüyüp bir de pazar yeri görelim diyerek bir durak ötedeki Viale Papiniano pazarına giriyoruz. Pazarı hiç beğenmedik. Çok sıradan bir semt pazarı, kalitesiz ürün çok; çok güzel şallar satan tezgahlar var ama fiyatları pazar için oldukça yüksek. Elimi attığım birkaç bildik markaya ait üründe 'made in Turkey' yazısını görmekse komik! Asıl güzel pazarların Pazar günü ve ayda bir kez Navigli'de kurulduğunu(bit pazarı) bildiğimizden bu macerayı burada kapatıyor ve hızla San Babila meydanına ulaşıyoruz. Milano  festivalinin bu yılki başlığı Focus on Turks! Birçok sanatçımızın filmleri gösteriliyor, konserler düzenleniyor şu anda Milano'da..En enteresan olanı da Mehter takımımız az sonra bu meydandan Duomo'ya doğru yürümeye başlayacak!
Burada bu sürprizle karşılaşmak, halkın ve turistlerin ve de diğer Türklerin(!) ilgisine tanık olmak çok keyifliydi. Bu unutulmaz anıyı da hafızamıza kaydettikten sonra Duomo'nun karşısından Via Torino'ya giriyor biraz da müzik alışverişi diyerek Fnac'a giriyoruz. Ama Nika'dan sonra burada sıradan şeylerle karşılaştığımız için çabuk çıkıyor, caddeden aşağı devam ederek Aperitivo için güzel bir mekan bakmaya başlıyoruz. Tam S.Lorenzo kolonlarının yanında Explot'ta karar kılıyoruz. Ama bu yanlış bir karar. Aklınızda bulunsun bu çevrede aperitivo için en iyi adres hemen kolonların arka sokağındaki Yguana Cafe (Via Papa Gregoria, 16). Çok zengin bir atıştırmalık menüsü var ve gelen insanlar da gayet iyi. Biz nedense oraya girmekten son anda cayıp bu kötü yeri buluyoruz ve hiç memnun ayrılmıyoruz...
Tramvayla otele dönüp üzerimizi değiştiriyor ve şehrin en havalı mekanlarından Le Banque'e gitmeye karar veriyoruz. Ancak Milano'da yaz tatili yeni bittiği için mekan henüz kış sezonu için açılmamış. Üzülerek Corso Como'ya gitmeye ve burada birşeyler içip Hollywood'a gitmeye karar veriyoruz. Hollywood'da şehrin gece hayatında çok popüler bir kulüp...Fakat geceyarısı açılacağından beklerken Pitbull Cafe'de birşeyler içtikten sonra içimizde müthiş bir tekrar Brera'ya dönme arzusu oluşuyor ve kendimizi Brera'da buluveriyoruz. Piccolo tiyatrosunun önü kalabalık; festival kapsamında meydanda bir film gösterisi ve konser az önce bitmiş...Sokaklar canlı, insanlar mekanlarda yiyor, içiyor, eğleniyor, Brera'nın bu samimi ve canlı havası çok hoşumuza gidiyor. Aç değiliz ama dilim pizza ve panzerotti satan küçük dükkanı görünce şımarıklık olsun diye birer panzerotti yiyoruz. Bunlar Luini'dekilerden lezzet olarak farklı ama gayet güzel... Ardından ayaklarımız bizi yine Bar Brera'ya götürüyor. Hiç boş masa olmadığından içeceklerimizi elimize alıp kapı önünde içiyoruz diğer insanlar gibi.. Brera daha çok turistlerin değil de bu şehirde yaşayanların tercih ettiği bir bölge. Sanatçı kesimin rağbet ettiği bölgede giyim kuşam diğer yerlere göre biraz daha rahat; ipekler, pahalı saatler, lüks markalar gözünüze girmiyor. Ama ben bir cumartesi gecesinde üzerimde en şık ipek bluzum, elimde bir fincan kahve, onu da bir cafenin kapısı önünde ayaküstü içiyorum; bu halimi hiç unutmayacağım... Geceyi burada tamamladığımıza memnunuz, Brera'yı seviyoruz...