Showing posts with label günlük. Show all posts
Showing posts with label günlük. Show all posts

Yağmurda Navona...


Bu öğleden sonrayı yanlız geçireceğim.. Niyetim, sevdiğim birkaç sokakta dolaşıp kitapçıların tozlu raflarını karıştırmak ve çok beğendiğim bir resim atölyesine uğramak.. Atölyeden sonra da Via Coronari’de birşeyler içerim diye günü planlarken yağmur başlıyor.. İlk önüme çıkan dükkandan 5 €’ya rastgele bir şemsiye alıyorum..pembe puantiyeli!.. O an aklıma geliyor yolumu biraz değiştirmek. - Bu sakin yağmurda mutlaka Navona Meydanı’ndan geçmeliyim… Geçmeliyim çünkü bu meydanı bu kadar boş ve bu kadar kendi halinde görmek için tek fırsatım bu yağmur olabilir…  Ağır ağır yürüyerek meydana varıyorum. Haklıymışım.. - Navona, şu an hiç olmadığın kadar güzelsin.. Daha da güzeli sadece benimsin!. Başkası görmesin diye, seni şemsiyemin altına saklıyorum ;-) (Haziran 2013)

Marsilya'da...


Saat sabah dokuz bile değil… Le Panier’deyiz.
Sessiz sakin sokaklarda yürürken birden müzik sesi duymaya başlıyoruz.
Oldukça yüksek volümden hareketli bir French Pop. Sokak inliyor.
Bir yandan hangi pencereden fışkırdığını bulmaya çalışırken bir yandan da ritme ayak uyduruyoruz..
Başkaları da geçiyor sokaktan; şaşkın şaşkın bize mi o pencereye mi baksınlar bilemiyorlar.
Müzik sesinin geldiği pencerenin perdesi uçuşuyor rüzgardan.
Rengarenk birbirinden abartılı topuklu kadın ayakkabıları  dizilmiş pencerenin önüne her nedense.
Bir süre ayrılamıyoruz pencerenin altından…anın tadını çıkarıyoruz..
Sonra sürprizli ve çılgın Marsilya sokaklarında yola devam… (Ekim 2012)
Marsilya’yı özlemeye devam… (Mayıs 2013)


Lilli… Da Baffetto… La Grande Famiglia…


Siz şu fotoğrafa baktığınızda Pizza görüyorsunuz, bense Lilli adında tatlı mı tatlı bir kız çocuğunu…
Anlatayım…

Da Baffetto’da kuyrukta bekliyoruz. Malum şehrin en ünlü pizzacılarından biri, biraz çile çekmeden lezzete ulaşmak zor.. Kuyruk bir hayli uzadı arkamızda, önümüzde ise dört beş tane ikili üçlü grup var beklememiz gereken. Bu kuyrukta beklerken farkediyorum Lilli’yi. Dört yaşında olması muhtemel, yerinde duramayan haşarı bir kız çocuğu.. Önce mor gözü dikkatimi çekiyor zaten. Belli ki yaramazlık yaparken düşmüş, yazık. Lilli bir saniye bile durmuyor sürekli konuşuyor, atlayıp zıplıyor.. Onu seyrederken garson kapıya çıkıp sıradan birkaç kişiyi daha önüne katıp götürüyor. Kapıda böyle beklemek zor, koku öyle cezbedici ki dış masalarda birinin önünden pizzasını kapasım var!.. YAZININ DEVAMI...

Amsterdam'da..


Bu güzel dükkanın kapısının önündeki şu küçük tezgahta altı tane porselen tabak vardı. Mavi tipografik desenli, el boyaması ve zarif..Hiç unutmuyorum 48 Euro idi fiyatı. Tabakları beğendim, kafamda evdeki takımlarla kombinledim, ‘nasıl taşırım’ı düşünüyorum. Kararsız kaldım ve ‘dur şurada bir kahve içeyim sonra bakarım’ diye karşıdaki kafeye girdim. Kahvemi içerken dükkanın önünü hala görüyorum, gözüm tabaklarda.. Ama o da ne, iki hanım duruyor dükkanın önünde, tabakları inceliyorlar.. Satıcı çıkıyor..Kısa bir konuşma..sonra tabakları alıp gidiyorlar!.. Tabaktan çıkan hayat dersim: Erteleme! Çünkü O an kaçtı mı yapacak birşey yok… “Yeterince istememişim demek ki, kısmet değilmiş meğer, belki de yolda bir tanesi kırılacaktı da çok üzülecektim’ diye kendimi teselli ederek üstüne bir fincan kahve :-)))  (Mart 2013) (Amsterdam Shopping…’da)

Floransa'da...

Yağmur yağıyor, odadaki pufu balkona taşıyıp yorganı da sırtıma alıyorum. İç avludaki su birikintilerinde şıpırdıyor yağmur sesi.. Ortalık ne sakin.. Çok derinden de bir müzik sesi sızıyor aralık bir balkon kapısından ama hangisi, seçemiyorum. Acıkmışım… İstanbul’a götürürüm diye Gilli’den aldığım Cantucci paketini açıp balkonumuzdan görünen parçalı -ama ne de güzel- Floransa manzarasına karşı yiyorum kuru kuru.. Şu an çok güzel.. Bu şehri seviyorum. (Nisan 2012)