Çok vasat görünen salamları parlak tüylü sevimli suratlı kediye ikram ediyoruz teker teker; afiyetle yiyor hepsini. İnşallah hayvana kötülük yapmamışızdır diyerek hesabı istiyoruz. Daha yüksek bir meblağ beklerken 30TL. geliyor hesap, şaşırıyoruz. Oldukça uygun değil mi?..
Küçük bir tur atıp birkaç fotograf çektikten sonra otelimizin yolunu tutuyoruz ama ertesi gün dönüşte Maşukiye'ye tekrar gelmeden de edemiyoruz. Bu kez kahvaltı değil yemek için ama... Daha önce gözümüze kestirdiğimiz Koru Restaurant & Şarapevi bu kez tercihimiz. İki ayrı bölümden ve su kenarında bir açık alandan oluşuyor bu tesis. Hava biraz kapalı ve yağmur çiseliyor. Bu nedenle küçük olan kapalı bölümü tercih edip kapısını açıyoruz. Daha kapıyı aralar aralamaz içeriden müthiş nostaljik bir hava esiyor. Birbirimize bakıp -doğru tercih- der gibilerinden gülümsüyoruz. Toplam beş küçük masalı, ahşap kaplamalı, tam gürül gürül akan suyun kenarında küçük bir kulübedeyiz. Tam ortada bir soba yanıyor, üzerinde de bir çaydanlık... Köşede bir şömine, bir köşede bir şarap seçkisi, derinlerden hafif arabesk- sanat müziği parçalar. Hani eski Türk filmlerinde sevgiliden ayrılıp berduş olanların gittiği iyi
kalpli işletmecisi olan meyhaneler vardır ya onlara benziyor. Soba zaten yıllardır kullanmadığımız nostaljik bir obje artık. Zaman tünelinde 30-40 yıl geriye ışınlandık sanki. Birşeyler sipariş ediyor, eski filmlerde elleri yanarak et-balık yiyen mutlu çiftler gibi telaşla ve mutlulukla yiyoruz hepsini anın tadını çıkararak. Yiyecekler yine aman aman lezzetli değil, sıradan ama 'o an' öyle güzel ki, başka hiçbirşeyin anlamı yok... Yemeğin üzerine soba üzerinden servis edilen çay ne de lezzetli... Biraz daha kalabilmek için bardak bardak içiyoruz. Hiç dönmesek, hep burada kalsak...
Eğer siz de böyle bir zaman yolculuğuna, 'o an'a ihtiyaç duyarsanız İstanbul'a çok yakın bu saklı köşede şu masa sizi bekliyor olacak. Denemeye değer...