Gezi yorumlarını okuduğum pek çok kişi Milano'dan Como Gölü'ne giderken aynı yolu izliyor. Aynı derken iki alternatif var aslında. Ya Centrale istasyonundan hızlı trenle yaklaşık 35 dakikkada Como S.Giovanni istasyonuna gidiliyor ya da Cadorna istasyonundan regional trenlerle yaklaşık 1 saatte Como Nord istasyonuna gidiliyor... Bir de tabi araba kiralayıp daha maceracı takılanlar var... Her üç yolu da çok fazla kişi kullanıyor ve hemen hemen hepsi de güzel sonuçlanan geziler oluyor....
Biz de çok araştırdık nasıl gitsek diye ve daha az tercih edilen, hatta pek bilinmeyen bambaşka bir alternatifi tercih ettik: Varenna Treni!..
Sabah saat 08.00'de Milano Centrele istasyonundayız. Ekranlardan trenimizin sefer numarasıyla (R 2554)hangi perondan kalkacağını bularak perona gidiyoruz. İşte trenimiz orada! Perondaki kahve otomatından birer kahve alıp birinci sınıfa ayrılmış kompartmanda sol taraftaki koltuklara yerleşiyoruz. Okuduğumuz önerilere göre sol tarafta oturup ilk yarım saatten sonra manzaranın keyfini çıkarmalıymışız...
Gerçekten de öyle oluyor ve tam 08.20'da kalkan trenimiz ilk yarım saatte, önce Monza'da sonra da Lecco'da duruyor ve bundan sonra kalan yarım saatte harika manzaralar eşliğinde ilerliyor ve 09.23'te Varenna'ya varıyoruz. Sadece 7.65'e aldığımız biletlerimizle trenimiz bizi tam 1 saat 3 dakika sonra bu çok şirin istasyona, Varenna Essino'ya getiriyor.
Daha trenden indiğimiz anda 'iyi ki bu yolu tercih etmişiz' diyoruz. Yönlendirmeleri takip ederek kısa bir yürüyüşle göl kıyısına iniyoruz. Birkaç saat sonra binip Menaggio'ya gideceğimiz feribotların iskelesini de görüp köyün merkezine doğru ilerliyoruz kıyıdan kıyıdan... Henüz çok erken etraf çok sakin ama Varenna'nın zaten hep sakin olduğunu düşünüyoruz. Üzerinde yürüdüğümüz ahşap yol, sudaki ördek ailesi, gölü çevreleyen karlı dağlar, karşı kıyıda görünen Bellagio ve daha ötede Menaggio, huzur, tertemiz hava...galiba buraya aşık oluyoruz... Il Molo kafede göle karşı oturup kahvelerimizi içiyoruz. Yalnız ilk defa İtalya sınırları içinde kötü, bayat bir kahveyi burada içmiş oluyor, şaşırıyoruz. Kahvelerden sonra keşif yürüyüşüne başlıyoruz. Dar sokarlar, renkli evler, merdivenler derken ana yola çıkıyor göl kıyısını takip ederek Fiumelatte'ye kadar yürüyoruz.Yol üzerinde nefis Villa Monastero'yu inceliyor sahip olduğu manzaraya hayran kalıyoruz.. Dönüşte kıyıdan değil iç yoldan gidiyor ve köy meydanında geziniyoruz. Küçük bir forno(fırın)dan içi sebzeli çok lezzetli hamurişleri alıp yiye yiye yürüyoruz. Meydandaki kilisenin çan sesi eşilğinde ara sokaklardan tekrar sahile çıkıp bir de el sanatları galerisi gezdikten sonra bankta oturuyor, 11.40 Menaggio feribotunu bekliyoruz....İki saat bu şirin köyü gezmenize rahatlıkla yetiyor. Ama yine de feribota binip o rengarenk suluboya tabloyu ardınızda bıraktığınızda biraz içiniz burkuluyor, Varenna'dan ayrılmak istemiyorsunuz...
Önceden ince ince, saat saat planladığımız üzere şimdiki durağımız Menaggio... En baştan belirtmeliyim ki, Menaggio pek düşündüğüm gibi çıkmadı. Feribottan inip meydana yürüdüğümüzde ilk anda daha farklı ve oldukça hoş görünen Menaggio'nun aslında tek canlı yanının bu meydan olduğunu farketmemiz uzun sürmüyor.
Bir süre ara sokaklarda yürüyüp kapalı dükkanların vitrinlerine bakıyoruz. Yoldan geçen birbirinden enteresan vintage spor arabalara ve çook zengin sahiplerine bakıp 'demek zengin kesim bu çevrede dolanıyor'diye düşünüyoruz...Ara sokaklardaki yürüyüşümüz bize hiçbir sürpriz sunmadığı için tekrar göl kıyısına çıkıp sokak satıcılarının tezgahlarına, ikinci el kitap tezgahlarına bakınıyoruz. Como çevresinde el sanatları oldukça popüler; el nakışı, porselen ve seramik objelere el boyamaları, el yapımı takılar...hepsi çok hoş... Uzun bir süre meydandaki Hotel du Lac'ın cafesinde oturuyor, gelip geçeni seyrediyoruz. Nerede olursak olalım bir cafede oturup içeceğimizi yudumlarken hayatın gözümüzün önündeki akışını seyretmeyi, keyfini sürmeyi çok seviyoruz...
Saat 13.55'te tekrar feribota binip Bellagio'ya doğru yola çıkıyoruz. Bu kez feribotumuz 'Solo Bellagio' değil; yani önce Varenna iskelesine uğrayıp hiç oyalanmadan Bellagio'ya geçiyor. Bu planımızda yoktu ama Varenna'yı tekrar görmek, kıyısına yanaşmak bizi neşelendiriyor, gölden kıyının güzel fotograflarını çekme şansımız oluyor... Saate bakmadım ama sanırım yaklaşık 20 dakikanın ardından Bellagio'dayız...
Burası da bambaşka! Bir kere çok kalabalık, turist kaynıyor...Ama çok şeker bir yer...
Merdivenli dar sokakları küçük şirin dükkanları, renkli binaları, balkonları, gürültüsü, cıvıltısı... şeytan tüylü, kendini sevdiren bir yer Bellagio... Çok acıktığımız için ara sokaklardan birinde tam köşede Bellagio havasına hakim bir restoranda harika birer lasagna yiyor bir yandan da etrafa dikkatli dikkatli bakıp her ayrıntıyı hafızaya kaydediyoruz... Vaktimiz dar, o yüzden yemeği biraz hızlıca halledip tekrar sokakları keşfe dalıyoruz. Birbirinden güzel küçük dükkanlara bakıyor el yapımı ürünler satan bir tanesinden Bellagio magneti alıyoruz. Bir de çok güzel teneke kutularda bisküvi şekerleme satan dükkan görüyuz ama bu kutulardaki daha önce tadıp sevmediğimiz sert İtalyan bisküvileri Amarettileri sevmediğimiz için almaktan vazgeçiyoruz. Ama şimdi kutuları hatırlayınca çok pişmanım, keşke alsaydım... Dönüş için bilet kuyruğu tam bir keşmekeş, çoğunluk bizim gibi hızlı servisle Como'ya geçmek istiyor. Biraz zahmetten sonra kişibaşı 11.40'a biletlerimizi alıyor ve saat tam 16.10'da Como'ya doğru yola çıkıyoruz. Hızlı servis yol üstünde Tremezzo, Cernebbio gibi diğer popüler noktalara da uğrayarak Como'ya doğru gidiyor. Hem dinleniyor hem gölün eşsiz doğasının tadını çıkarıyor hem de diğer meşhur köyleri kıyısından da olsa görme fırsatını yakalıyoruz...
Como'ya vardığımızda gerçekten çok şaşırıyoruz. Burası neredeyse bir şehir! İşin ilginç yanı bize daha çok Bodrum gibi geliyor. Marinası, kalabalığı, canlılığı, genel havası sanki Bodrum...Göl kıyısından sola doğru yürüyerek hedefimize doğru ilerliyor her adımda daha tanıdık buluyor, 'evet evet, aynı' diyoruz. Niyetimiz öncelikle funikülerle Brunate'ye çıkmak. ''Funicolare''nin girişi çok sevimli. Hemen gidiş dönüş kişibaşı 4.50'ye biletlerimizi alıp biniyoruz. Tam 7 dakikada bu dimdik tepeye tırmanıyoruz. Tepeden tüm Como manzarası görünüyor. Ne kadar büyük olduğuna şaşıyor insan...
Brunate'de birkaç restoran, birkaç uyduruk çay bahçesi kılıklı yer, oldukça pahalı evler ve sevimli bir kiliseden başka birşey yok...Ama yine de funiküler deneyimi ve manzara için gelmeye, sokaklarında yürümeye değer... Saat 18.00'de çıktığımız Brunate'den 18.45'de ayrılıp tekrar Como'ya iniyoruz. Yine klasik olarak ara sokaklarda gezindikten sonra Aperitivo için Duomo'nun tam karşısındaki kalabalık mekanlardan birini tercih edip oturuyoruz. Artık çok yorgun olduğumuz için burada oldukça uzun bir süre oturup karnımızı da doyuruyoruz. Ardından Duomo'nun içine girip tavandan sarkan devasa goblenleri inceliyoruz. Bu goblen çalışmaları sevdiğimiz üstad Arcimboldo'ya ait ve yine onun diğer çalışmaları gibi sanki üç boyutlu...Çıkışta artık hava kararmış, sokak lambaları yanmış, insanlar restoranlara doluşmuş halde buluyoruz Como'yu... Sokak lambalarının aydınlattığı dar sokaklarda kayboluyoruz. Bu sokaklar tıpkı Dubrovnik'teki eski şehrin ara sokakları gibi...Bir ara gerçekten kayboluyoruz ama kısa süreli bir panik ve uzun bir yürüyüşten sonra tekrar istediğimiz yola çıkıyor merkezdeki tren istasyonuna doğru yürüyoruz. Tüm programı eksiksiz tamamladık ama çok da yorulduk; artık dönüş vakti...
Como Nord Lago istasyonundaki makinelerden kişibaşı 3.60'a biletlerimizi alıp 21.17'de kalkacak trenimize biniyoruz. Üst katta, en kalabalık vagonu seçip oturuyoruz. Sonra farkediyoruz ki yanımızda, önümüzde arkamızda oturan tüm bu genç ve güzel insanlar model... Onların İngilizce, Rusça ve İspanyolca'yı bir arada kullandıkları neşeli ve gürültülü sohbetlerine kulak misafirliği ederek yolun nasıl geçtiğini hiç anlamadan saat tam 22.20'de Milano Cadorna istasyonuna varıyoruz.
Dolu dolu bir gün geçirdik Como'da...En güzeli Varenna'ydı...Ve sanırım birçok kişinin aksine bir zaman sonra hasretle anacağım yer Bellagio değil, Varenna olacak...